Türkiye Geçici Ulusal Kolektifi DiEM25 üyelerini aylık bir değerlendirme ile bilgilendirmekten memnuniyet duyuyor – ikinci konu Türkiye’nin ekonomik görünümü ile ilgili…
Türkiye ekonomisi sadece Covid-19 salgınının değil, aynı zamanda dış politika ve kalıcı yapısal sorunların da baskısı altında.
Moskova ile Suriye ve Libya konusunda siyasi gerginlikler var ve Rusya’nın S-400 füze sistemlerinin satın alınmasıyla ilgili Washington ile gergin ilişkiler gündemde. Ayrıca, göç ve devam eden mülteci akımı nedeniyle Avrupa ile yaşanan gerginlikler hala etkili. Doğu Akdeniz sularındaki petrol ve gaz rezervleriyle ilgili anlaşmazlıklar Yunanistan, Mısır ve Türkiye arasında inatçı bir çekişmeye dönüştü. Son olarak, bir Türk sondaj gemisi Karadeniz’de yeni bir doğal gaz kaynağı keşfetti. Bu Türkiye, Rusya, Romanya, Bulgaristan ve Ukrayna arasında yeni siyasi anlaşmalara veya anlaşmazlıklara yol açabilir.
Birkaç aylık göreli istikrarın ardından Türk Lirası, ABD Doları başına 7,4 ve Euro başına 8,8 ile tarihi rekor seviyelerine ulaştı.
Merkez Bankası Para Politikaları Kurulu, politika faizini (diğer adıyla bir haftalık repo faiz oranı) % 8,25’te sabit tutarak yanıt verdi ve takip eden üçüncü ayda da değiştirmedi. Bir anlamda, Türkiye; aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı olan Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın da ima ettiği gibi, Liranın kontrollü bir devalüasyonuna razı olmuş görünüyor. Şimdiye kadar, Erdoğan’ın doğrudan ve dolaylı müdahalelerinin ardından, Merkez Bankası, yandaş inşaat kapitalistlerinin yatırım projelerinin ekonomik büyümeyi teşvik etmesi adına politika faizini artırma konusunda her zaman isteksiz davrandı.
Daha da acil bir sorun, TC Merkez Bankası’nın 2014 yılından bu yana düşüş gösteren döviz rezervleridir. Geçtiğimiz günlerde, IMF Küresel Finansal İstikrar Güncellemesi, TC Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli yükümlülükleri karşılamak için kritik limitin altında olduğunu gösterdi. Bu, nihayetinde finans sektöründeki bazı bankaların iflas etmelerine yol açabilir. Hükümet, SWAP anlaşmaları imzalayarak, belki günü kurtaracak ancak geleceği daha da kasvetli hale getirecek şekilde sıkışıklığın üstesinden gelmeye çalışıyor. Nitekim Fitch, Türkiye’nin kredi notunu “BB-” olarak teyit etti, not görünümünü ise “durağan”dan “negatif”e çevirdi.
Nisan ayında işsizlik oranının % 13’ün biraz altında olduğu açıklandı, şaşırtıcı bir şekilde bu değer bir önceki yılın Nisan ayına göre daha düşük.
Bunun nedeni, hükümetin “kısa çalışma ödeneği” adlı bir program başlatmamış olmasıdır. Uygulama, şirketlerin çalışanlarını program tarafından kısmen tazmin edilmiş olarak geçici olarak işten çıkarmasına olanak tanır.Bu çalışanlar resmi olarak işsiz sayılmamaktadırlar. Dolayısıyla, resmi işsizlik oranı gerçek olanı maskelemektedir. DİSK’e (Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) göre, kapsamlı işsizlik oranı yaklaşık % 30 veya 10 milyon kişidir.
Temmuz 2020 itibarıyla; dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 290 €, yoksulluk sınırı 940 €; mutfak enflasyonu aylık % 1 azalırken, yıllık % 16 arttı; asgari ücret 280 € civarında iken bir çalışanın aylık yaşam maliyeti 350 €’dur. Bu rakamlar, Türkiye’deki genel yaşam standardının tatmin edici olmadığını göstermektedir. Lira değer kaybetmeye devam ettikçe satın alma gücü azalmaktadır.
Hükümet ya palyatif önlemlere başvuruyor ya da ekonomik sorunları görmezden geliyor.
Zenginler, özellikle Erdoğan’ın çevresine yakın olanlar, tüm kamu inşaat ihalelerini kazanarak daha da zenginleşiyor. Bu projeler, devlet bankalarından alınan ucuz kredilerle finanse ediliyor ve yüksek alışveriş ve gelir garantileri ile destekleniyor. Varsayılan kapasitenin altında faaliyet göstermeye başladıklarında ise fark hükümet tarafından ödenmektedir. Bu, temelde, halktan alınanın tepedeki bir azınlığa yeniden dağıtımıdır. Diğer bir deyişle, zenginler için sosyalizm ve fakirler için kapitalizm …
Anıl Aba Türkiye DiEM25 PNC adına
Eylül 2020
DiEM25'in etkinliklerinden haberdar olmak istiyor musunuz? Buraya tıklayarak üye olun